Ölüm üşümesi

 

dudakları çiy masalı zaman, öptürdü ağzını göçebe güncelere
hayat, sesini yitiren bir şarkı oldu dillerde

dar vakitlerin geniş sancısıydı, hüzün yağıyordu kente
gerçek acılarla, yalancı sevinçlerin dolaştığı sokaklarda
yalnızlık kol geziyordu
zaman satıyordu sevdaları kör gecelere
sevdalar parke parke çamurlara gömülüyordu

zindanlara çivili
prangalı bir mahkumdu huzur
dinginsiz ağrı gibi duruyordu

saçak saçak bir çürümüşlükle, tahtaları kömürleşip döküldü
söküldü menteşeleri umut penceresinin

-hava zeytin karası, yürek yarası hava-

dilimin basamaklarına indirebilseydim yaşam sözcüğünü
saçlarıma yıldızlar takıp, kendi elimle yürüyebilirdim şafaklara
kutsayıp kavgamı, ağaçlar dikebilirdim dağ-bayıra
bir de türküler tutturup üstüne
baharı döllendirebilirdim
ölebilirdim el açasıya

bağırdım
kanadım hırsla
uzak taşra köylerinden bir avuç saflık aldım
bandım ekmeğimi

yüzümü yıkamak istedim nilüfer sesli sularda
en hayta yanımla, vurup dibine
gülmek istedim
gül büyütmek istedim

-açamadım kapağını hayatın-

dokunsam, gurbete doğrulurdum
dokunmasam vurulurdum

yarası kabuk tutmayan sevdalar gibi
tükenerek bitirdi kendini
yükledim kıyısız gemiye
dümeninde sonsuzluğun elleri

sağırlar
dilsizler
kimsesizler
mavisiz sularda
kaybolup gittiler

sakladım ihtilalleri sandığımda, kimseye söylemedim
koynumda bir keman ağlayışıyla, kuşanıp yangınlara gittim

bir çocuk uçurum uçlarında
asılmış dili sarkıyor

gözlerinde yitik kent kalıntıları
kaoslardan sabahlara çıkan çığlık
vurdu şakağına

gözyaşı damlası
zorladı ve çatlattı tohumunu
kimbilir hangi boşlukta, hangi hüzün açıyor


Müsade Özdemir

 

Başlık: Ölüm üşümesi

Yorum bulunamadı.
 

© 2010 Tüm hakları saklıdır.

Ücretsiz web sitesi oluşturun!Webnode