...........Aylardan Ağustos, köyde hasat zamanı, havada titreşen sıcak

 dalgalar nefesimizi kesiyordu.. Çeşme başında, baş örtülerinin beyazı tozdan

 grileşen yazmalarıyla anneler tarla dönüşü boşalan testilerini

 dolduruyorlardı. Babalar ellerini yüzlerini yıkamak için sıraya girmişlerdi,

 sırtlarındaki kuruyan terler üzerine bulut çizilmiş resimleri andırıyordu.

 Pantolonlarındaki toprağı silkelerken yükselen tozlar, o an sırtlarındaki

 bulutların koparak göğe doğru yükselişini andırıyordu. Çocuklar anne ve

 babalarının eve dönüşlerini kutlarcasına havada gruplaşan sinek kümelerini

 elleriyle dağıtırken sağa sola koşturuyorlardı. Kimi göldeki kurbağalara taş

 atıyor, kimi yosunların aralarına çomak sokuyor, kimi dizine kadar çamura

 gömülmüş bataklıkta solucan arıyor, kimisi de acıkmış annesinin şalvarını

 çekiştiriyordu…Köy meydanındaki kalabalığın yüzlerindeki ifade, savaştan

 çıkmış yorgun askerleri andırıyordu.

 

 ............Babam çeşmede sıra bekliyordu, yanına gittim... Belli ki çok

 yorgundu, tarla dönüşü kirpiklerindeki tozlar üstüne kar yağmış ağaç dalları

 gibiydi… Çeşmenin gözesine ağzını dayarken, güneşten çatlamış ve şişmiş

 kocaman ellerinden alamadım kendimi. Babam nasırlı elleriyle saçımı

 okşadığında, saç tellerim nasırlardaki çatlaklara takılıverdi, yüzümü

 buruşturduğum an kısılıp küçülen gözlerimdi, oysa içimden hissettiğim acı

 bundan böyle büyüyecek olan merhametlerimdi…

 ............Babamın nasırlı elleriyle gösterdiği şefkat, varlığımın önemini

 kavradığım andı…

 

 ............Çeşme başında yalnız değildik. Köyün yaşlı emmileri; kiminin

 elinde orak, kiminin çapa, kimin de yaba vardı. Bellerine doladıkları

 çıkınları sapsarıydı. Çeşmede büyük taşın üstünde oturmuş, güneşten ağaran

 şapkalarını dizlerinin üstüne koymuşlar, titreyen elleriyle ayaklarındaki deve

 dikenlerini temizliyorlardı. Sözde dinleniyorlardı, oysa yüzlerine bakınca iki

 büklüm olan belleriyle bir daha da oturdukları yerden kalkmayacak gibi

 görünüyorlardı. Bir taraftan da ekinlerin verimsiz olduğundan bahsediyorlardı.

 ‘’Bu yıl da hiçbir şey kazanamayacağız, ne olacak bu unutulmuş köylerin hali’’

 diyorlardı ve sadece seçimlerde hatırlandıklarına sitem ediyorlardı… Babamı

 görünce şikayete başladılar. ‘’Ah bu unutulmuş uzak köylere kimler sahip

 çıkacak’’ diye…

 .............Ben de dinlemeye başladım, bilmem kaçıncı kırk yaşıydı

 çocukluğumun, alıştırılırken olağanüstü mahrumiyetliğin mahmurluğuna.

 ..............Babam, ‘’her şeyden mahrum olan köy yalnız bizim köyümüz değil,

 bakın bir nefes ötemizdeki Tunceli’ye, Diyarbakır’a, Kars’a, Muş’a, Van’a,

 Tatvan’a ve daha sayamadıklarıma. Yalnız biz değiliz, yakın şehirlerin uzak ve

 unutulmuş köyleri’’ diyerek, ha bire tekrarlıyordu. ‘’Bizler mahrumiyetin

 mağdurlarıyız…’’

 

 ..............Babam anlatırken dikkatimi çeken yüzündeki kederdi... ‘’Bizler

 doyarken mahrumiyetliğin rezilliğine, bizi izleyenler doymadı vezirliğine’’

 dedi… O an tek konuşan babamdı, çünkü o elektriksiz, susuz, yolsuz, bakkalsız,

 vesaitsiz köyde mahrumiyetlikle savaşan muhtardı… Çok uğraşırdı ve sonra

 susardı, nedenini sorduğumda, ‘’sesimin çıkmayışı boğazımın yırtıldığındandır,

 bunu büyüyünce anlarsın’’ derdi… Anladım aslında, o insanların insan gibi

 yaşamasını isterdi…Bilirdi gübresiz ekilen mahsulün zayıflığını, nadassız

 tarlanın kısırlığını. Bilirdi ilkel şartlarda araçsız hasadın zorluğunu. Bütün

 bunların yanında bir de kazandıkları üç kuruşluk mahsülü satmak için şehire

 gidip ofisler önünde gün almak vardı. Bilirdi, kuyruk beklerken elinde bir

 parça yavan ekmekle kaldırım taşlarında kollarını yastık yaptığı günlerin

 ezikliğini...

 Gün alınmaya alınırdı ama bir türlü gelen giden olmazdı, çünkü köyün yolları

 patikaydı...O beklenenler hep yan köye uğrardı, o köyünde yolları patikaydı

 ama genişletildi, çünkü arada millet ayrımı vardı, o köye hep kravatlı

 birileri gelip hatırlarını sorardı...

 

 ‘’Uykularımı kaçırıyor’’ derdi, ‘’komşusu aç yatarken tok yatanın derin

 uykusu''’

 ...............Ben ve kardeşlerimin ‘’ah keşke olsaydı’’ dediklerimize

 karşılık olarak mı söylerdi acaba bu sözü anlayamazdık…Aç nehirler gibidir

 insan, çoğalmak için denizlere koşarken. Oysa deniz daha doyumsuzdur, bilemez

 ki nehir, denizin kolları arasında boğulacağını, kaybolacağını…Çocuk

 olduğumuzdandı, babamın bu sözü de bize ağır gelmişti…Sanki bütün hıncını

 bizden alır gibiydi, ‘’durdurun heveslerinizi’’ derdi, ‘’dikmeyin gözlerinizi

 sizin olmayana, gitmeyin olamadığınıza, varsa hevesleriniz, sabredin durun.

 Olduğunuz yerde, gururunuzda durulun… Bir insan gurura kendini kaptırdı mı

 ondan ayrılmak istemez, o zaman anlar bedavadan kazancın, aşağılık, haksızlık

 ve adilik olduğunu’’ derdi…

 

 ...............Bunları bize neden anlatıyordu ki, suçumuz mahrumiyet

 bölgesinde, tarlada, bağda, bostanda hayata zamansız gelişimiz miydi. Yoksa

 tarlada büyüklerin göbek bağımızı keserken kullandıkları keskin taşta mıydı

 suç. Ve çaputlarla beleyip, şekerli sularla çadır altında karnımızı doyurmaya

 çalışan annelerin miydi, kimdeydi suç. Güneşin kavurucu sıcaklığında

 çiçeklerin bile kuruduğu, testideki suların kaynadığı günlerde, annemin

 kuruyan sütünde miydi. Ağzımıza dolan sineklerin ve beleğimize doluşan

 karıncaların mıydı suç. Yoksa bulunduğumuz mekan mıydı bizi suçlu kılan?

 

 Bize hep ‘’şükredin varlığınıza, şükredin’’ dediler. Susturdular, biz de

 sustuk, hiç istemedik, küsmedik de …

 

 Küskünlüğüm;

 Annemin parmak uçlarındaki kızarıklığa sebep olan kara sacın ekmeğine,

 küskünlüğüm; ocak başında altına aldığı dizleri uyuşurken taş kesen mindere,

 küskünlüğüm; gözlerindeki kızıl kana sebep olan tezeğin dumanına…‘’Bitecek,

 bitecek bir gün bunlar, köylere de şehir ekmeği gelecekmiş’’ dedi annem, kim

 demişse demiş, inanmıştı. İnanmıştım…

 ..............İnandık, bizler ve bizden sonraki gelen okulsuz, elektriksiz,

 yolsuz, susuz, bakkalsız, oyuncaksız çocuklar, Onlar, duvarları kerpiçten

 örülü, odası kireç badanalı, buram buram toprak kokan evlerin toprak kokulu

 çocukları…

 Hep bir sihir beklediler

 Sihir tutar mı? ...

 

 Sihirli bir gözetleme deliğinden görmüşçesine,

 Koca bir elveda size,

 Elveda çocukluğum, elveda hepinize…

 

Başlık: Orası Mahrumiyet Bölgesi

Yorum bulunamadı.
 

© 2010 Tüm hakları saklıdır.

Ücretsiz web sitesi oluşturun!Webnode